SALGIN, EKRAN, VUSLAT

26.04.2021

İnsanın telefonuna bu kadar bağlı olması…
Onsuz nasıl yaşıyorduk?
2000 öncesi…
Bilişsel haritalarımız tamamen değişti.
Beynimiz, beyin yapımız değişti vallahi…

Kaç kez elimize alıyoruz?
İstatistikler gösteriyor. Günde 100 defa?
16 saat uyanık isek mesela. Saatte 6 kez. 10 dakikada bir. Çılgınlık bu.

Bütün hayat orada.
Ya da bize öyle geliyor.

Sosyal medyada hemen hemen hiç görmediğimiz arkadaşlar var. Onlar n’apıyor? Hayatlarını daha mı dolu, verimli yaşıyorlar? Daha ciddi, daha meşguller mi? ☺

O kadar basit değil… ☺

Şurada telefonuma bakmamak için kendimi tutmam gerekiyor.

Instagram…
Whatsapp…
Facebook…
Twitter..
E-posta…

Sürekli ‘bağlantı’ olması.
Sürekli erişim olması.

Bu çok fazla.

Ve sömürülüyor, istismar ediliyor bazen.

Bloke etmek, ambargo koymak lazım. Öyle yapma eğilimlerim başladı, diyelim.

Alternatif atraksiyonlara ihtiyaç var.

‘Dönüşüm.’
Dönüştük.
‘Transformatör’ olduk.

Günlüklerim, bana telefondan ve bilgisayardan başka bir dünya, mecra olduğunu hatırlatan, beni arada bir o dünyaya götüren önemli bir araç. Bir sığınak. Bir can kurtaran?

Ve de kedilerim. Başka türlü, ama onlar da öyle.

Dokunsal. Organik. ‘Doğal’… Canlı! Kişilik sahibi… Ve daha samimi anlamda sevgi verebilen.

Sevdiğim, önemsediğim, merak ettiğim insanlar telefon ekranının diğer ucunda. Birkaç dijital dokunuş, birkaç tık ötede. Görsel-işitsel yanılsamalar.

Oysa ben onları fiziksel atomlarıyla, ‘gerçek’ ölçekte ve mesafede, kendi geometrik uzayımda hissetmek istiyorum.

Arkadaşlarımı aramaya, ziyaret etmeye, şahsen görmeye devam etmem lazım.

Telefon edip seslerini duymak bile çok daha iyi, özel, samimi oluyor.

Geçtiğimiz üç hafta içinde, yüz yüze, gerçek hayatta, kimleri gördüm?

Kız kardeşimi ve eşini, evlerine ziyarette. 2 kişi.
Seramik kursundakileri, Bankalar Caddesi’nin orada. 4 kişi.
Sokağımda müdavim olduğum kafenin sahibi olan genç arkadaşımı ve elemanını. 2 kişi.
Mesleki projelerle ilgili olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi işlerinden bir arkadaşı, tesadüfen sokağımda, kafede. 1 kişi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi işleriyle ilgili olarak bazı arkadaşları ve kıdemlileri, İzmir’de. Bir çalıştay salonundakileri sayarsak, 100 kişi kadar. Akşam yemeğindekileri sayarsak, 20 kişi kadar.
Halamı ve eniştemi, İzmir’de. 2 kişi.

(Son yedi ayda, Aralık’ta ve Mart’ta birer şehir dışı, Ekim’de bir yurtdışı yapmışlığım olması, mucizevi geliyor.)

Sivil toplum işleriyle ilgili olarak 3-4 arkadaşı ve hocamızı, Taksim’de.
Müdavimi olduğum kuafördekileri, Galatasaray’da. 10 kişi kadar.
Bir kültür turizmi projesiyle ilgili olarak, yurtdışından gelen bir arkadaşı, Moda’daki AirBnb evinde. 1 kişi.
Sokağımızdaki tanıdık esnafı, selamlaşmak suretiyle kısa sohbetlerde. 8 kişi kadar.
Eski ‘kankam’ ile, Taksim ve Harbiye yürüyüşümüz. 1 kişi.

Diğer yakın arkadaşlar, Anne, Baba, başka yakın aile fertleri, hep telefon ve bilgisayar ekranlarında.

Meslektaş olarak iş icabı ekranlarda görüştüğüm arkadaşlar ise, saymakla bitmez herhalde. Onlarca, yüzlerce bile olabilir..!

Bu dönem böyle. N’apalım, böyle.

Demek ki son üç haftada aşağı yukarı toplam 150 kişi görmüşüm. Pandemi başladığından beri ilk kez katıldığım türden olan çalıştay ortamını saymazsak, toplam 50 kişi.
Haftada ortalama 15-20 kişi görmek. Eskisine göre ne kadar düştü acaba?

Aslında pandemi koşullarında bazılarına göre fazla bile, bu kadar insan! Büyük kısmı açık havada veya düşük yoğunluklu, geniş iş mekanlarda, ev ve lokanta mekanları dışında hep maskeli. Ekim’deki PCR testinden beri test olamadım. Aşı sıramızı bekliyoruz, 55 yaş üstüne başladıkları için, bize sıranın Haziran’da gelmesine dair bir umutla…

Gerçek hayattaki sosyalleşmelerimiz pandemi öncesindeki haline dönerse, telefon ve ekranla olan bağlarımız da biraz gevşer mi acaba?

Dijital imkanlara şükrederek, teşekkürsüzlük yapmamaya çalışarak, sıkı sıkı sarılacağım, bir yemek-pastayı bölüşeceğim insanlarımla kavuşmayı bekliyorum! Vuslat!